ALMODOVAR FİLMİ VOLVER’İN EKOFEMİNİST OKUMASI
“Bir
ev hayal etmek bir ülke hayal etmek kadar politik bir eylemdir” demiş
Marangoly-George. Ev ve hayal kavramları yan yana pek uyumlu görünür ilk
bakışta, oysa kadınların hayal kurmalarının bile lüks sayıldığı bir ülkede yaşamaktayız
ve bizim sözlüklerimizde ev eşittir ailedir her şeye rağmen. Ailenin ise çok
bilinmeyenli bir denklemi var bu coğrafya üzerinde, en bilinen yerden başlarsak
ve bir kadın gözüyle bakarsak ev eşittir şiddet, ev eşittir sömürü, ev eşittir
bir kimlik mücadelesi…
Pınar Selek’in Benim
Feminizmim: Akrobatik Feminizm yazısında da gönderme yaptığı üzere özel
olan politiktir sahi ve aile ne kadar özel ise o kadar da politiktir. Bu topraklarda ailenin kutsallığına, evin
mahremine övgüler düzülür, neredeyse tüm övgülerde de erkek yüceltilir kadının
kulağı çekilir; atasözleri bir ders vermek içinse şayet en çok kadınların derse
ihtiyacı varmış farz edilir. Kadın kendinden olmayanı anlamaz algısı nedeniyle
de kadına sallanan parmaklar yine kadınları konu alır; böylece ikazların hem
öznesi hem nesnesi olur kadın. Yüceltiliyormuş gibi gösterilerek yerilir. Yuvayı
dişi kuş yapar örneğin; çünkü dişi kuş ancak yuva yapabilir, dışarıda dönen
kapital dünyaya saçı uzun aklı kısa olduğundan, bir de eksik etekliliğinden
ayak uyduramaz.
Erkek
egemen kamusal alanda, bir köşeye kıstırılmış kadınların hikâyesidir bizim hikâyemiz
ve nesilden nesle, coğrafya fark etmeksizin de sürer gider. Bu sürerliliğe
itiraz olarak sanatın pek çok dalında pek çok ürün var edilir; sinema
dendiğinde ise akla filmlerini kadınların dolaylı başkaldırışlarının öyküsüyle
işleyen Almodovar gelir. Kadına kadın olarak bakabilen ender erkek yönetmenlerden
biridir Almodovar ve feminist bir pencereden bakıldığında pek çok alt okuma
sunar bize filmleri: İçinde Yaşadığım
Deri, Kırık Kucaklaşmalar, Konuş Onunla filmleri gibi. Şüphesiz ki Volver bağımsızlık uğruna yollara
düşmeyi başarabilen cesur kadınların en doğru ve neredeyse en kusursuz
aktarıldığı filmidir Almodovar’ın. Volver’in
ekofeminist çözümlemesinde karakterlerin ekofeminist analizini yapabilmek ve
doğa / kadın denkliğinde iki kavramın da cinsel objeye dönüştürülmesini
anlamlandırabilmek önemlidir.
“Doğru ev, doğru erkek, ailesiyle mutlu kadın”
klişelerinin ötesinde, kurtarılmış değil kurtulmuş kadınlar olarak nesne değil
özne olma savaşını vermiş kadın karakterlerle doludur Volver’in sahneleri. Evsiz kadınların mekan açma isteği pek çok
feminist bakış açısına sahip filmde olduğu gibi bu filmde de kendisini
gösterir, evini ev olarak belirleyemeyen, benimseyemeyen kadın karakterler
kendi evlerini yaratmaya çalışırlar. Film süresince pek çok kadın temalı filmde
bu ayrıntıya rastlanır. Kaybolmuşluklarında yenidünyalar yaratabilmiş karakterlerin
en önemlisi Raimunda’dır. İşsiz kocası ve ergenlik çağındaki kızıyla yaşayan,
çalışkan, genç, güzel bir anne, mükemmel eştir Raimunda. Hayattan beklentileri
minimuma inmiş bir kadın olarak görünür ilk sahnelerde, hem evin işlerini hem
de ailenin ekonomisini döndürendir. Yıpranmış, umutsuz ve mutsuz bir kadın
imajı çizmektedir. Bu domestik kadın duruşu filmin ilk birkaç dakikasında sonra
kaybolur ve Raimunda küllerinden doğan bir Anka kuşu misali kendi hayallerinin
değilse de gerçek hayatının kahramanı olur; her şeyi yeniden oldurur. Böylece “sabit
çerçeveye, hareketsiz bedene, değişmeyen kadere” karşı duran bir kadına
dönüşür. Tüm bu dönüşümlerin merkezinde Raimunda’nın klasik/sorunlu/ekonomik ve
psikolojik buhranlı eşinin ölümü yatmaktadır. Filmin sonlarına doğru bu
evliliğin tıpkı Warren’in makalesindeki Elly karakterinin deneyimlediği gibi
bir kaçış evliliği olduğu anlaşılır, bir ev kurmak için değil bir evden kaçmak
için yola çıkan kadın, sosyal normların dayatmasıyla bir ev kurmaya itilmiştir.
Ne kaçması nedensizdir ne de bu normların arasında kendini çaresiz hissetmesi.
Elly ve Raimunda karakterlerinin bir diğer çarpıcı ortak yanıysa iki karakterin
de babalarının cinsel istismarına maruz kalmış olmalarıdır. Raimunda’nın babası
ekseninde gelen bu istismar onun erkek algısını biçimlendirir, kocası dâhil
hiçbir erkeğe tamamen yakınlaşamaz. Raimunda’nın işsiz kocası Paco’nun ergenlik
çağlarındaki kızına istismarda bulunmaya çalışması, Paco’nun ölümü ile
sonuçlanır ve Raimunda babasının ölümüne üzülmediği gibi kocasının ölümüne de üzülmez,
üzülemez. Burada ölüm kadının kurtuluşudur ve kavram olarak yeni bir anlam
kazanır; kendi kimliğini hatırlama ve hayatla başa çıkma formuna dönüşür. Paco’nun
öldüğünü fark eden Raimunda karakterinin önce kanları, sonra tüm evi
temizlemeye çalışması, ekofeminist bir düzlemde kadın ve temizlik ilişkisine de
gönderme yapmaktadır; temizliğin her şeyi arındıracağına, beyaz bir sayfa
açmalarını sağlayacağına inanan bir kadın evinden başka yeri, alanı olmadığına
inanan ya da inandırılan evkadınlarının da ortak inancını yansıtır. Virginia
Woolf’un “Kendine Ait Bir Oda”
kitabında vurguladığı üzere, insanın düşünmek, üretmek, yazmak, var olmak,
hissetmek yani kısaca yaşamak için kendine ait bir alana ihtiyacı vardır; oysa
dişi kuş tarafından yapıldığına inanılan o evler zaman içinde kuşların
kafeslerine dönüşmektedir. Raimunda, kanlı kafesten çıkmayı başaran kadınlara
örnektir. Ekolojik düzenin devamından sorumlu olan kadın evden dışarı adım
atabilmeyi becermiş ve düzene/sisteme baş kaldırmaya başlamıştır.
Filmde bir de seks işçisi
bulunmaktadır; pek çok kültürde yaygın olan tutum ve davranışların aksine
burada kadınlar kendisine destek olurlar ve onu dışlamazlar. Bir seks işçisinin
erkeklerden çok daha erdemli olduğu göndermesi filmin alt metninde rahatlıkla
okunur. Benzer karakterlerin konu edildiği pek çok filmde ise genel algı iyi
kadın / kötü kadın klişesi yaratmak ve “kötü kadına” bedel ödetmek ekseninde
döner. Türk sinemasında da dünya sinemasında da femme fatale çevresinde işlenen
pek çok film vardır. Bunun en belirgin örneklerinden biri Emre Akay ve Hasan Yalaz
tarafından bağımsız bir kısa film olarak çekilen ve bu dalda ödüller de alan “Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi” adındaki
filmdir; detaylandırmak gerekirse kadına şiddet teması hiç amaçlanmadığı halde
doğal çekim sonucunda kameraya yansımıştır. Büyükada civarında çekilen filmde
beyaz yakalı, güvenilir görünümlü bir erkeğin bir kadına uyguladığı şiddete tüm
adalıların sessiz kalması, mağdurla göz göze bile gelmemeye çalışarak,
mağduriyeti kanıksamaları ve yok saymaları kameralara yansır. Göz göze gelmek
istememelerinin asıl nedeni vicdan muhakemesinden ziyade mağdurun ödediği
bedeli hak etmiş olduğuna inanmaları ve sessiz kalarak adamı onaylamak
istemeleridir. Almodovar kadınlarında ise bir birlik vardır; hiç değilse
kadınlar birbirlerine karşı duyarsız değildir ve birbirlerinin en büyük ve
aslında tek destekçileridir. Bu ezber bozan ayrıntı dahi güçsüz farz
edilen/addedilen kadınları güçlü kılan bir bakış açısı kazandırır izleyiciye.
Hikâyede az sayıda erkek bulunsa da var olan tüm erkek karakterler kötü ve
sapık olarak yansıtılmaktadır, bir diğer deyişle filmin karanlık ve siyah
kısmını erkekler oluşturmaktadır. Bu özellik Almodovar’ın pek çok filminde
mevcuttur. Bu filmde de tüm felaketler, olumsuz varsayılabilecek durumlar
ataerkil söylem ve eylemlere sahip erkek temellidir.
Volver filmi kapsamında ekofeminist bir okuma yapıldığında
gözlerden kaçamayacak bir kadın doğa benzeşmesi vardır. Ayrıca bu film doğa/kadın
ilişkisine, kadın bedenine ve cinselliğe bakış açısının kültürden bağımsız
evrensel bir sorun olduğunu da kanıtlar niteliktedir. Film, kadınların
mezarlıkta toprağa çiçek ekme sahnesiyle başlar; kocalarının ölümüyle bir
anlamda yeniden doğan kadınlar topraktan doğduklarını hatırlatarak toprakla
kendilerini özdeşleştirirler. Kamera bir kadınlara döner bir de üzerinde dikip
biçtikleri doğaya… Erkeğin ölümü, kadının doğumu demektir. Toprak burada
düalist bir kavram olarak çıkar karşımıza; bir yandan ölümler bir yandan
topraktan çıkan yeni canlar, çiçekler olarak anlam kazanır. Mezarlıkta toprakla
uğraşan insanlar arasında tek bir erkek karakter bile olmaması dikkat çekicidir
ve tam da bu sahnede söylenen “burada kadınlar erkeklerden çok yaşar” cümlesi
yönetmenin kadınlar adına kadınların intikamını aldığı sahnedir. Çünkü biliriz
ki zor şartlar altında yaşamaya zorlanan, töre cinayetleriyle ömrüne dakikalar
biçilen, hayatı maddiyatla satın alınan kadın erkekten çok yaşamak şöyle
dursun, nefes aldığı süreçte bile tam yaşıyor sayılmamaktadır. Kadının ve doğa özdeşleştirmesinin en güçlü
göstergelerinden biri, kendi mezarının bakımını yapan Augustine karakteridir;
Augustine hayatla ve ölümle barışık bir kadındır ve bir hippinin kızı olarak
yetiştirildiği için diğer kadın karakterlerden daha az domestik farz edilebilecek
bir duruşu vardır. Göz ardı edilmemesi gereken bir diğer nokta da kadının ekolojik
döngünün belkemiğini oluşturuyor olmasıdır.
Ekolojik bir başka bakış açısında
ise yine Volver kadınlarının,
kimyasallar kullanmaya zorlanan ama kullandığında da suçlanan, süreçten en çok
zarar gören ve çözüm bulamadığı zaman da hor görülen kadınlara bir atıf
olduğunun ayrımına varırız. Politik duruşuyla da bilinen Kate Short, bir
konuşmasında ekolojik dengenin kadın odaklı bir denge olduğunu belirtmiş ve
kadınların bilinçli tüketiciler olmak zorunda olduklarının altını çizmiştir. Bu
yaklaşım, sorunu kitlesel bir sorunu bireyselliğe indirerek örtbas etmeye
çalışmak olarak da yorumlanabilir. Kapital kaynaklar kadınların elinde,
yönetiminde değilse alternatifleri neden kadınlar bulmak zorundadır? “Saçı uzun
aklı kısa” addedilen kadınlar alternatif üretmekte hiç de aklı kısa
görülmemektedir. Berlant’ın “evküre”
diye adlandırdığı bu ev kadın için bir hapishaneye dönüşmekte ve onu diğer
kimliklerinden sıyırmaktadır. Bu ayrıntılı tutumla bakıldığında bile
Alomodvar’ın kadınlara bakışını netlikle ortaya koyan bir başyapıt olarak kabul
edilir Volver. Usta yönetmen bu film
ile hem gerçeklere ayna tutmakta hem de aynı aynayı kendi iç dünyasına
döndürerek hem kadına, hem doğduğu topraklara ve anadiline dönüş yapmaktadır.
Üç kuşak kadın etrafında dönen bu hikâyelerde Irene’in kadınların bitmeyen
işlerinden bahsettiği sahne de tüm bunların kanıtı olarak hafızalara kaydedilir.
Volver bize doğal kaynakların
tüketimi konusunda da bir alt mesaj iletmektedir. Filmde kadınların hayat
mücadeleleri için yollara düştüğü bir karede, karşımıza yel değirmenleri
çıkmaktadır. Burada Almodovar, doğal
olgu olan rüzgârın yine doğa için kullanılabileceğine vurgu yaparak izleyiciye
doğal kaynak kullanımının önemini hatırlatmaktadır. Ekofeminist açıdan
bakıldığında önemli bir diğer ayrıntı ise filmin üçüncü dakikasında
televizyonda haberleri izlemekte olan kadınlara dönen kameranın
yansıttıklarıdır: haberlerde orman yangını sahnesi vardır; doğanın katledilişini
saniye saniye yansıtır yönetmen ve tüm kadınlar sessizlik içinde ekrana
bakmaktadır. Bu yangın sahnesinin kısa bir süre önce ölen bir kadının evinden
ilk görüntüler olması da önemlidir. Burada da yönetmen ölen kadın ve ölen doğa
metaforu yaratmaktadır, kadını doğa olarak göstererek ekofeminist bir duruş
yansıtmaktadır. Filmin en güçlü
kadınlardan olan Raimunda “Şu yangınlar, büyükanneleri öldüren de bunlardır”
der ve kadın doğa benzeşmesi bir kere de sözel olarak izleyiciye aktarılmış
olur. Kadını metalaştıran, bir objeden farksız göremeyen zihniyetin de ayak
izleri okunur bu sahnelerde; mezarı ovmakla, temizlemekle onurlanan, gururlanan
bir yaşlı kadın karakteri vardır filmde ve elbette burada
temizlemek/temizledikçe temizlenmek arınmakla da eş tutulabilir; bizim
topraklarımızda ise arınmak hep bir namus meselesidir. TDK’ya göre bile arınmak
“dinsel buyruklara aykırı davranma sonucu
tinsel kirlenmeden arınmak” şeklinde tanımlanmıştır. Yine din ve duygu
işleri birbirine karışmış ve Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu desteği ile 11
araştırmacı tarafından hazırlanan Türkiye’de Namus Cinayetlerinin Dinamikleri
adı altında yayınlanan çalışmada da belirtildiği üzere töre cinayetleri namus
vakalarına dayandırılmıştır. Aynı çalışma ışığında ortaya çıkan bir başka
realite de 2005 Toplumsal Cinsiyet Güçlendirme Ölçümü’ne göre Türkiye’nin,
cinsiyet eşitliği ve katılımı konusun-da 80 ülke içinde 76’ıncı sırada yer
alıyor olmasıdır. Şüphesiz ki bu çalışma bu alanda yapılan ne ilk ne de son
çalışmadır; ancak diğer çalışmalarla bir ortak noktada buluşmaktadır; bu ortak
nokta şöyle özetlenebilir: Türkiye’de hüküm sürmekte olan erkek egemen sistem
kadının var olma mücadelesinde engel teşkil etmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder